Dersin Amacı | Tür çözümlemesi konusunu inceleyen araştırmacıların öncelikli amacı, kültüre bağlı dil ile ilgili daha fazla bilgi edinilmesini sağlayacak bir kılavuz mahiyetindeki tür bilgilerinin ne şekilde ve nasıl kullanılacağı çerçevesindeki yöntemleri keşfetmektir (Ford-Sumner 2006, s. 7-8). Stam (2000), Krathwohl (1993), Koch (2000) ve Brent (1994)’den hareketle Ford-Sumner tür çözümlemesinin konuyla ilgili literatürde hem betimleyici hem de kural koyucu bir araştırma yöntemi olarak tanımlandığı olgusundan söz eder. Bu açıdan betimleyici araştırmanın, çalışılmakta olan konunun mevcut durumuyla ilgili soruları cevaplamaya yönelik bilgi toplamayı içerirken, kural koyucu yöntemin ise gelecek eylemler hakkında mevcut bilgi temelinde öngörülerde bulunduğunu, dolayısıyla da tür çözümlemesinin söylenilenler ve yazılanlar hakkındaki bilinci geliştirmek yoluyla, yazılı ve sözlü dilin gelecekteki yapılanışına doğrudan bir etkisi olabileceğine dikkat çekmektedir. Bu bağlamda Ford-Sumner (s. 8-10), O’Neill’in (1997) “Türler ilginç ve önemli bir bilinmezi oluşturur. Çünkü, kendilerini üreten ve yeniden üreten toplulukların normlarını ve değerlerini somutlaştırır” doğrultusundaki görüşlerine gönderimde bulunmaktadır. Hatta o bu çerçevedeki değerlendirmelerini, Robbins ve Pea’nın (2003) “Türler, topluluğun sahip olduğu ‘dağıtılmış bilgiler’in bir biçimini temsil etmektedir” yönündeki çıkarımları ile Thompson’ın (2003) “Türler iletişim, dil ve kültür arasındaki güçlü bağlantı ile ilişkilendirilebilir olduğuundan, bu bilgiler erişilebilir hale gelmektedir” biçimindeki görüşleriyle pekiştirmektedir. Bu açılardan Ford-Sumner, bir örgütlenmenin kültürünün kendi örgütlerini diğerlerinden ayrıştıran üyelerinin sahip olduğu paylaşılan anlam sisteminin iç yüzüne dair bilgilere ulaşılmasında, tür çözümlemesinin araştırmacılar için yol gösterici olması gerektiğinin önemini işaretlemektedir. Örneğin, Spooren, Bekker ve Noordman metin çeşidi ve türü çerçevesindeki farklılaşmanın yazı alanında edebî ustalığın önemli bir göstergesi olduğunu ve son on yılda metin çeşidi ve türünün çok fazla araştırma konusu olmasının da sürpriz olarak görülemeyeceğinden bahisle metin/söylem düzeni açısından tür özelliğine ve tür içeriğine eskisinden daha çok ilgi gösterildiğini bildirmektedir. Hatta onlar, metindilbiliminde Biber’in nicellik kurgulu çalışmaları sayesinde metin çeşidi konusunun hak ettiği ilgiyi görmüş olduğunu ve böylece de bir sonraki aşama olan söylem düzeyleri üzerinde tartışılabildiğine ise “Biber cümle düzeylerinde dilbilimsel birinci/ ikinci şahıs zamirleri, geniş zamanlar… gibi dilbilimsel yapıları, metin çeşidi gruplarında metin çeşidi göstergesi olarak kullanır. Fakat, söylem düzeylerini düşündüğümüzde diğer şeyler akla gelir.” biçimindeki değerlendirmelerine dikkat çekmektedir. Nitekim, Barron (2006, s. 881) tarz analizlerine dair bütün yaklaşımlarda iletişimsel amacın dışında önemli olan bir diğer faktörün ise (kullanımın) kültür-özellikli sözbilim bağlamı olduğunu ifade etmektedir (ör. İletişimde olan üyelerin birbirleri ile ilişkisi, iletişimin yeri, iletişimde kullanılan araç). Ona göre toplumsal yapılar tarzlar arasında işlevsel olarak görünür ve bu nedenle tarzlar tekrarlayan, kültür-özellikli bağlamlarla nasıl ilgilenileceği üzerinde konvansiyonelleştirilmiş bilgi olarak görülmektedir. Bundan dolayıdır ki tarz analizcileri belirli bir sözbilimsel bağlamda belirli bir iletişimsel amaçla birleşmiş dilbilimsel davranışın bu düzenlerini tanımlamayı amaçlamaktadır. Sözlük anlamıyla tür (genre) kavramı ‘çeşit (tür), üslup, tarzdır. Oxford İngilizce Sözlüğü’nde “Daha özelleşmiş yapıda kendine özgü üslup ya da sanat kategorisi, özellikle de özel bir biçim, tarz ya da amaçla nitelendirilen edebî bir çalışma türüdür” biçiminde açıklanan tür terimi, aynı zamanda metinleri tanımlama ve sınıflandırma modelidir. Moessner (2001, s. 131-132) bu terimin kökeninin trajedi, komedi, sunum kipliğine ve nesnelere dayanan epik tiyatronun kurucusu olan Aristo’ya kadar götürülebileceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla bu ve benzeri eski tür modelleri kapsamında (ör. Goethe’nin drama, epik tiyatro ve lirik şiirli üç parçalı modeli gibi) edebî metinlerin (örtük bir biçimde) türsel homojenliği olduğu varsayılır. Bu nedenle Chandler’ın (2000b) türleri ‘metinsel şemalar’ olarak betimleyen yaklaşımından hareketle kültürel bağlamın önemini değerlendirmeye almak daha yararlı ve işlevsel gibi gözükmektedir. Şemaları, yeni bilgileri mevcut bilgilerimize eklemlemek sureti ile dünyaya anlam yüklemek için kullanırız (Anderson, 2004). Nitekim toplumbilimcilere göre bir metnin içerisinde üretildiği kültürel bağlamı bilmezsek, bizim için o metnin anlamı eksilmiş olmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerledir ki bu ders kapsamında, Söylem ve Tür Yaklaşımı araştırmalarından hareketle yukarıda kısaca özetlenen kuramsal çerçevenin gösterimleri ışığında metin/söylem süreçlerinin açıklanması hedeflenmektedir. Bu amaçla bu derste, söylem yapısının açıklanması çerçevesindeki çalışmalar ayrıntılı bir biçimde incelenmektedir. Buna göre söylem yapısının açıklanması çerçevesindeki çalışmalar, iki soruyla yakından ilişkilidir: Söylemin ayırt edici özelliği nedir? Yani bir dizi sözce ile karşılaşan kişi, bunların tek bir söyleme mi yoksa birden fazla ve farklı söyleme mi ait olduğunu, dahası bunların bir söylem oluşturup oluşturmadığını nasıl anlar? Bu konudaki temel yaklaşımlar, herhangi bir söylemin yapısının farklı, fakat birbiriyle etkileşim içinde olan 3 bileşenin bir araya gelmesiyle oluştuğu doğrultusundadır: “Söylemdeki sözcelerin gerçek sıralamalarının yapısı, Niyetler yapısı ve Dikkat durumu”. |
Dersin İçeriği | Dilbilimin tartışma alanını oluşturan en önemli konulardan birisi de söylemdir (discourse). Söylem çalışmaları hızla yenilenip güncellenmesine karşın henüz hedeflenen düzeye ulaşılamamıştır. Şimdilerde benimsenen en yaygın kabüle göre metin ve söylem terimleri şu şekilde ayırt edilmektedir: ‘Söylem’ terimi hem konuşma hem de yazma dili için çok genel bir terim olarak kullanılır. ‘Metin’ terimi ise genellikle yazma dilinde kullanılır (Sanders ve Sanders, 2006, s.597-598).
Söylem çözümlemesinin dilbilimsel çalışmalarda bağımsız bir alan olarak ortaya çıkmasının oldukça yeni olmasına karşın, dolaylı olarak yüzyıllar öncesine dayanan yorumbilimden hareketle ortaya çıktığı da düşünülmektedir. Bununla birlikte, modern yazılı söylem çözümlemesinin tarihi büyük olasılıkla 40-50 yıllık bir zaman dilimini kapsar. Bu çerçevede ve genel olarak da kullanıldığı anlamıyla metin/söylem çözümlemesi 1970’li yılların başında ortaya çıkar. Ortaya çıktığı ilk on yılda, birkaç temel çalışma yayınlanmıştır. Bunlar, Brown ve Yule (1983), de Beaugrande ve Dressler (1981), Stubbs (1983) ve van Dijk (1983) tarafından hazırlanmıştır. Bunların dışında; iki önemli dergi yayınlanmıştır: Söylem Süreçleri (1978’den itibaren) ve Metin (1981’den itibaren). Bu süreç zarfında, yeni ve var olan birkaç kuram ve uygulama alanı dilbilimsel özelliklerin sistematik analizine ve yazılı metinlerde ortaya çıkan kalıplara katkıda bulunmuştur. Kaplan ve Grabe (2002) bu katkıyı örnekleyen çalışmaların izini, sözbilim alanı başlangıç tarihinden bu yana (örn., Burke, 1966; Christensen, 1963, 1967; Corbett, 1973; Kinneavy 1971; Young Becker ve Pike, 1970) sürmekte ve söz konusu incelemelerin, metin kavramının dilbilimsel bir işaret olarak incelenmesi ve metnin dilbilimsel dönüşlerin özel bir türü olarak değerlendirilip edimsel bir iletişim çeşidi olarak görülmesi (Eco, 1979; Sebeok, 1960 gibi) açılarından yeni bilgiler elde edilmesini kolaylaştırdığını ifade etmektedir (Kaplan ve Grabe, 2002, s. 192-193). Bu sayılan çalışmalara ilave olarak felsefi ve edebi eleştiri, yorumbilimin geniş kapsamı sayesinde metindeki yazar, konu kavramı, yorumun açısı, söylemlerin kuramsallaştırılması ve ilgili diğer konularda yeni bilgiler sunan kimi araştırmalar da bulunmaktadır (örn.; Bakhtin, 1981; Barthes, 1964, 1974; Derrida, 1967; Fish, 1980; Foucault, 1972; Rorty, 1979).
Metin/söylem çalışmalarının kaynağını felsefe, toplumbilim ve edebiyat nazariyelerinde bulmayı amaçlayan söylem çözümlemesi yaklaşımının önemli teorisyen ve temsilcilerinden birisi de van Dijk’tir. O, dilin “sosyal ve bilişsel bağlam içinde sürdürülen her tür araştırma için kullanılabilecek genel bir etiket” olduğunu savunmaktadır (1983). Aslında, Harris’in çalışmalarından yola çıkan bazı bilim adamları, Üretici-Dönüşümsel Dil Bilgisi Modeli’nin etkisiyle metin çalışmalarına yeni bakış açıları getirmiştir. Bu araştırmacılar, Harris’in önerdiği yöntemin eksikliklerini gidermeye çalışarak bağdaşıklık kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Aynı amaçla Isenberg (1971) ve van Dijk (1972), art arda gelen sıradan cümle dizileriyle, anlamlı bütün oluşturan cümle dizileri arasındaki farkı ve cümleler arasındaki ilişkileri ortaya koymaya yönelik ilkeleri araştırmıştır (Aksan ve Aksan 1991’den aktaran, Coşkun, 2005).
van Dijk aracılığıyla sözü edilen bilişsel boyuta, ancak Chomsky'nin 1950 ve 1960'lardaki dil edinimi konusundaki çalışmalarından sonra ulaşılabilmiştir. Çözümlemelerin oldukça karmaşık olması farklı yaklaşımların da geliştirilmesini beraberinde getirmiştir. Metinlerin içerik, anlatı, tartışma, göstergebilim ve biçimbilim açısından incelenmesi, her bir yaklaşımın farklı yöntemsel işleticiler içermesi nedeniyle birbirinden bağımsız ve farklı bulguların elde edilmesini sağlamış (Otan, 2003) ve bu sonuç, söylem olgusuna ilişkin özelliklerin birçoğunun yeterince ortaya konulamamasına yol açmıştır. Birçok araştırmacı da söylem ile metin kavramlarının birebir örtüştüğünü hatta aynı kavramlar olduğunu öne sürmüş, pek çoğu da farklı birimler olduğunu savunmuştur (Aksan ve Aksan, 1991: 90-104). Görüldüğü kadarıyla “ilgili alanın terim üzerindeki uzlaşmazlığı sürmekle beraber, yapılan çalışmalar da göstermektedir ki bu terim/kavram, dilbilim içinde söylem çözümlemesi (discourse analysis) adıyla anılan alanın temel inceleme birimini oluşturmaktadır” (Özden, 2002; İşsever, 1996). Dolayısıyla Chomsky’nin dil araştırmalarına yönelik çalışmaları (Chomsky, 1957), bilişsel bilim merkezli araştırmaların gerek planlanması gerekse geliştirilmesi aşamaları açısından önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Nitekim, onun takipçileri Chomsky’nin cümle seviyesi ve sözdizimiyle ilgili olarak odaklandığı sınırlamaları hızlı bir şekilde genişlettiler. Son dönemlerde söylem ve söylem işleme süreçleri üzerine literatürde olan görüş birliği, kavramanın hem dil deneyimi tarafından sağlanan bilgiden (konuşmadaki ve metindeki dilbilimsel ipuçları) hem de okuyucu tarafından kazanılmış deneyimler bilgisinden (geçmiş bilgi) oluştuğu biçimindedir (Johnson-Laird, 1983; van Dijk ve Kintsch, 1983)
Bu açılardan bu ders, dili sosyal ilişkiler ya da uygulamalarla ayrılmaz bir biçimde iç içe gören dil kuramı çerçevesinde yürütülecektir (Barton, Hamilton, & Ivani¢c, 2000; Gee, 1992; Street, 1984; Vygotsky, 1934/1962). Dilin sosyal karakteristikleri, dilin dialogic, iletişimsel ve sosyal olarak yapılandırılmış bir unsur olarak görüldüğü Bakhitin tarzı yaklaşımı yansıtmaktadır (Bakhitin, 1981, 1986). Bu açılardan dilin bilgiyi paylaştırıcı özelliği, bilgi ve söylem arasındaki ilişkiyi açıklamayı; bilgi nedir ve nasıl elde edilir sorularına cevap geliştirmeyi, kavramanın doğası ve işleyişine ilişkin bir değerlendirmeyi de içine alan bir dizi bilinmeze ışık tutmaktadır. Bu nedenle dilbilimsel kuramın olası yapısı, dil kullanımının temelini oluşturan yapısal, sistematik ve analitik genel bilgi tabanlarına gönderimde (çift yönlü-karşılıklı) bulunur. Dilin sosyal, dialogic, iletişimsel ve yapılandırılmış olarak görüldüğü bu geniş dil kuramı çerçevesinde Halliday’in sosyal göstergeler kuramı dilsel biçimleri tarz bakış açısıyla görmemize yardım eder (Halliday & Hasan, 1985). Yazılı dilde, tarzlar birbirinden farklı ve tanımlanması mümkün yazılı metin türleridir. Dili sosyal gösterge olarak gören bakış açısı tarzları topluluk normu ve beklentilerini yansıtan, sosyal olarak yapılandırılmış bir olgu olarak ele alır. Bu normlar statik değildir. Değişen sosyal ihtiyaçları ve bağlamları yansıtacak şekilde değişirler (Berkenkotter & Huckin, 1995; Martin, Christie, & Rothery, 1987). Yani tarzlar dinamik ve akıcı olan tanımlanabilir dilsel biçimlerdir. Esnek ve aktif toplulukların üyeleri sosyo-kültürel bağlamlardaki sosyal amaçlara hizmet edecek şekilde tarzlar geliştirirler. Yazılı dilsel biçimler sözlü değil yazılı amaçlar ve bağlamlar gerektiren işlevlere hizmet ederler. Biçimlerin kendileri bu kısıtlamaları, amaçları ve bağlamları yansıtır (Berkenkotter & Huckin, 1995; Martin, Christie, & Rothery, 1987). Bu şekilde yazılı tarz işlevi yazılı tarz biçiminin oluşmasını sağlar. Dolayısıyla Söylem çözümlemesi, metinleri katılımcıların (yazar ve okuyucu) iletişimsel başarısı olarak görmektedir. Bu görüş Austin ve Searle (2000) tarafından geliştirilen söz eylem (speech act) (konuşma-davranış) teorisinden doğmuştur. Bu teoriye göre metin belirli durumsal ortamlarda kullanıldığında, yazarın niyeti ve yazarla olan ilişkisi metnin anlamının bir özelliği olarak düşünülmelidir. Böyle bir bakış açısı açık bir biçimde metin türlerinin kullanımına ve metnin özel nedenlerle kullanıldığı belirli söylem topluluklarının gelişmesine işaret etmektedir. Kaldı ki günümüz okul çağı çocuklarının sürekli olarak ‘sözel ya da yazılı söylem ürünleriyle iç içe yaşadıkları düşünüldüğünde’ söylem yapısı ve tür kuramı çerçevesinde oluşan bilgilerin bu ders örneğinde bir inceleme ve ilişkilendirmeye konu edilme düşüncesinin öğrencilerin metinden öğrenme süreçlerine ilişkin kestirimde bulunulmasını kolaylaştıracağı öngörülmektedir. Bir iletişim eylemi olarak edebî metnin önemi, onu okuyan kişi üzerinde ne tür bir etki bırakmak amacıyla kurgulandığı sorusundan kaynaklanmaktadır. Bunun altında yatan etken ise yazılı metnin bireyle ilgili duygu ve düşünce örneklerini kalıcı kılarken; diğer yandan da hiyerarşinin en üst basamağı olan toplumsal yapıyı oluşturuyor olmasıdır. Yukarıda sözü edilen iletişim olaylarını (Swales 1990’da da ifade edildiği biçimiyle) metin türü ve onun alt tipleri (sub-type) altında sınıflandırmanın temel koşulu olarak ise ‘aynı iletişim amacına’ dayanıyor olmaları gösterilmektedir. Tarz analizlerinden açığa çıkan bilgiler de iletişimsel amacın, dil kullanıcılarının sosyal bağlam içerisinde belirli bir eylemi gerçekleştirmek için dili nasıl kullandığını ortaya koymak açısından önemli olduğunu doğrulamaktadır. Dolayısıyla söz konusu analizler, belirli bir konuşma topluluğunun bazı şeyleri yapmak için dili neden ve nasıl kullandığı sorusuyla yakından ilgilenir. Öyle ki Barron (2006, s. 881-882) iletişimsel amaç üzerindeki bu odaklanmanın bugün için tarz analizi konusunda öne çıkan merkezlerin tamamı açısından çalışma konusu olduğunu ifade etmektedir. Sözbilimi, biçimler, metindilbilim ve konuşma analizi için (türe özgü metnin özel bir görevi yoluyla) özelleştirilebilecek durumdaki ‘tür’ teriminin değerlendirmesini “Biçimin ya da formun tanımıdır” biçiminde ilk yapan (türe özgü karakteristik bilgileri algılatmak yoluyla) Swales’tir. Swales’i bu tanımı yapmaya götüren şeyse “Tür görünüşleri, amaçlar sunan bir grup konuşmayla ilgili olaylardan oluşur. Bu amaçlar, ebeveyn söylem toplumunun uzman adayları tarafından anlaşılır ve böylece tür için temel mantığı kurar. Bu mantık, söylemin şematik yapısını şekillendirir ve içeriğin-biçemin kısıtlama seçeneğini etkiler.” doğrultusundaki gözlemleri ile bu gözlemlerine dayalı olarak geliştirdiği düşünceleridir (Swales, 1990, s. 58). Swales (2004) ‘tür hareketi’nin izini geriye doğru sürer ve dilbilim dışındaki alanların türe olan ilgisindeki artışa işaret eder. Ona göre tür çözümlemesi, metinler ve onları değerlendirme bilgilerinin oluşturulması ile bağlantılı olarak kültürel duyarlılığın gelişmesine yardımcı olabilir. Örneğin Bernstein, çalışan ve orta sınıfın dillerini araştırmış ve çalışan sınıfın (tipik) dilsel özelliğini sınırlı, orta sınıfınkini ise ağdalı olarak tanımlamıştır. Labov, Trudgill ve onların izleyicileri ise belli dilsel örüntülerle etkileşime giren beş sosyo-ekonomik seviye belirleyerek daha da özelleşmiş bir içerik ve taban bilgilerini karşılayan modeller sunmuştur (Moessner, 2001, s. 133). Dolayısıyla söylem çözümlemesi (tür çözümlemesi) toplum dilbilim ile bağlantılıdır ve söylem yöntemleri ana başlığı altında birlikte kullanılmaktadır. Bu nedenle, üyelerinin ortak uygulamaları tarafından yaratılan dil kullanımının bağlam duyarlı olarak incelenebilmesi için bir zemin oluşturan sosyal gruplara ‘söylem topluluğu’ denilmektedir (Kottak, 2002; Barton, 2004; Putnam ve Borko, 2000’den aktaran Ford-Sumner, 2006, s. 8-9). Örneğin Mason (2000)’dan hareketle Ford-Sumner (2006), tür araştırmacılarının farklı söylem topluluklarının ilgi alanlarını, amaçlarını ve paylaşılan çıkarımlarını, bunların yazılı materyallerin üretimine olan etkisi çerçevesinde incelediğini ifade etmektedir. Bu açıdan tür çözümlemesi, sözlü ve yazılı dilin bağlamını inceleme yollarından birisidir.
Aslında, dilin etkileşimli boyutunu özetler durumdaki sunum çerçeveleri ve söylem dünyalarının dinamik yapısı hakkındaki araştırmaların sonuçları, sağlıktan eğitime, eğitimden güvenliğe bütün alanlarda anlama ve problem çözmenin temel malzemesidir. Bu çerçevede, bir söylemdeki bireysel katılımcıların bilgi kaynakları ile onların karşılıklı (ya da özel) veya genel (ya da herkesin bildiği) etkileşmeleri arasındaki bağı gösteren konuşmacı bilgisi ile dinleyici bilgisi (önermeler grubunun her iki büyük parçasını da içeren) arasındaki kesişme, aynı zamanda bilgi, önerme ve imge dünyalarının sunumsal bir modülde anlaşılmasına da aracılık etmektedir (Jackendoff, 2001). Nitekim, mevcut dünya bilgilerinin zihinsel eylemler üzerindeki etkisi, Bartlett (1932) ile Loftus ve Plamer (1974) gibi araştırmacıların da tanımladığı olgudur. Bu nedenledir ki sunum etkileşmeleri yoluyla açığa çıkan söylemin düzeyleri üzerine odaklanan dilbilim ve psikoloji kaynaklı çalışmalar, çoğu noktada söylemin önemini “Söylem bizi insan yapandır” nitelemesiyle belirginleştirmeyi amaçlar (Graesser vd., 1997). Dolayısıyla, hem dilbilimde hem de psikolojide söylem ve metin çalışmalarının gün geçtikçe önemi artan ilişkili alanlar haline gelmesi, bugünün sosyal bilimcileri açısından dikkat çekici bir gelişmedir.
|
Ders Kitabı / Malzemesi / Önerilen Kaynaklar | - Bakhtin, M. (2001). Karnavaldan romana edebiyat teorisinden dil felsefesine seçme yazılar. Irzık, S. (Der.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
- Uzun, L. (2003). Orhon Yazıtları'nın Söylemsel Özelliklerine İlişkin Birkaç Gözlem. Mustafa Canpolat Armağanı. Haz., A. Ata ve M. Ölmez, Ankara: 2003, 261-280.
- Erden, A. (2002): Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri. İstanbul: Gendaş Kültür.
- Kripke, S.A. (2005). Adlandırma ve Zorunluluk. (Çev., Berat Açıl). İstanbul: Litera Yayıncılık.
- Kula, O.B. (1991). Felsefesi Açısından Bilim Dili ve Dil Gelişim Sorunu. Ankara Üniversitesi Tömer Dil Dergisi, (3).
- Lucy, N. (2003). Postmodern Edebiyat Kuramı. (Çev. Aslıhan Aksoy). Ayrıntı Yay.
- Sanders, B. (2010). Öküzün A'sı (Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi), Ayrıntı Yayınları
- Ponty, M.M. (2006). Algının Önceliği (Çev., Yusuf Yıldırım). Kabalcı Yayınevi.
- Propp V. (2008). Masalın Biçimbilimi. (Çev., Mehmet Rifat; Sema Rifat). İstanbul: T. İş Bankası Yay.
- Rıcoeur, P. (2007). Yorum Teorisi (Çev., Gökhan Yavuz Demir). İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
- Rıcoeur, P. (2007). Zaman ve Anlatı. (Çev., M. Rifat-S. Rifat). İstanbul: YKY.
- Uzun, L. ve Huber E. (2002). Türkçede Bilgi Yapısı ve Bilimsel Metinler. Essen: Die Blaue Eule
- Uzun, N. E. (2000). Anaçizgileriyle Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe. İstanbul: Multilingual.
- Bachelard, G. (2008). Uzamın Poetikası. (Çev., Alp Tümertekin). Istanbul: İthaki Yayınları.
- Bachelard, G. (2008). Uzamın Poetikası. (Çev., Alp Tümertekin). Istanbul: İthaki Yayınları.
- Denkel, A. (1981). Yönletim: Dil Felsefesinde Bir Konu. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
- Kripke, S. A. (2005). Adlandırma ve Zorunluluk. (Çev., Berat Açıl). İstanbul: Litera Yayıncılık.
|